Baştan netleştirelim! Sanırım hepimiz hemfikiriz; hiç bir organizasyon sevmez krizi. Küçüğü de büyüğü de, medyaya yansıyanı da yansımayanı da derttir tüm yöneticiler için. Aşılması gereken bir buzdağı gibi görünür.
Zaman zaman çeşitli platformlarda sıklıkla üzerine tartışılan kriz konusu çoğunlukla, açık açık “geliyorum der” aslında. Yani “Biz nereden bilebilirdik abi?” savunmasını şimdiden elimine edip, yazımıza devam edelim. Bu “kestirilebilirlik – muhtemellik” elbette bakan gözler ve gören gözler arasındaki fark olarak da yorumlanabilir. Çünkü kriz aslında bir öngörü durumudur, hazırlıklı olmadır, orta ve uzun vadeli planların ayrılmaz bir parçasıdır.
Günlük yaşamdan kesitlerle bu muhtemel krizler; iş yerinde göz göze gelmek istemediğiniz eski sevgiliniz, geç kaldığınızda asansörde en uç köşeye sinmenize neden olan genel müdürünüz ya da duyup da dönmediğiniz merhabalar, mailler ve telefonlara benzetilebilir basitçe. Aslında oradadır da, sizin ilginize bir türlü mazhar olamaz.
Genel olarak krizlerin öncesi, sırası ve sonrası gibi üç ana aşaması olduğu kabul edilir. Buradan hareketle, bu bir süreçtir ve başka bir makale konusu olarak; “iyi yönetilebildiği takdirde” bazı avantajları da içerebilir. “Geliyorum der” saptaması ise, öncesi ile ilintilidir. Yani her sektörün ve kuruluşun muhakkak faaliyet konusuyla ilgili kendine has, kestirilebilir ve önlem alınabilir, olasılığı yüksek muhtemel kriz konuları vardır. Bunlarla ilgili yönetim, üretim, kurumsal iletişim departmanı ve iletişim ajanslarının koordinasyonuyla kriz konuları, alınabilecek önlemler belirlenebilir, kurum sözcüsü seçilerek, mesajlar üzerine çalışılabilinir.
Ama ne yazık ki, çok çok önemli stratejik ve karmaşık büyüme planları ve ayrılan bütçeler içerisinde kriz yönetimi ve iletişimi kalemleri! kimi organizasyonlarda varla yok çizgisindedir. Oysa bir şekilde ve her nasılsa, geri plana itilmeye müsait gibi düşünülen bu kalemler gün yüzüne çıktıklarında 7 ve üzeri şiddetle gelirler. Kriz, tıpkı tanımındaki gibi ciddi bir gerilim durumu yaratır ve bu gerilim işletme içerisinde pek çok sürecin kilitlendiği, yetersiz kaldığı bir başka dönemin de kapılarını aralar.
Nasıl mı? Kısaca şöyle çeşitleyelim; üretim yavaşlar, pazarlama tıkanır, muhasebe durur, stoklar şişmeye başlar, günlük rutinler felç olur, kredilerinizin geri çağırılması gündeme gelir, tedarikçiler telefonlarınıza çıkmaz, müşterileriniz, tüketicileriniz bulabildikleri tüm iletişim kanallarından kapınıza yığılırlar, hatta medyanın bile ilgi odağı olursunuz. Bırakın çeyrek sonu zararını, sürdürülebilirliğiniz tehlike altındadır. Ama kriz oradadır işte, tüm haşmetiyle… Ve siz o an görünmez adam olmakla ilgili 6 yaşındaki düşlerinize dönersiniz. Organizasyon veya yönetim kademesi olarak bu hazırlıksız olma durumunuza önce pes, sonra tamam, hadi olabilir… diyelim. Size can simidi atacak deneyimli bir iletişim danışmanlığı ajansınız dahi yoksa! Elbette gerisi gerçekten nafile.
Olmaması, olmayacağı anlamına gelmez! Bu yazının yönetici özeti de aslında bu vurgudur. Bu bağlamda her organizasyonun, kendi devamlılığı açısından kestirilebilir, muhtemel kriz alanları ile ilgili olarak bir eylem planı ve iletişim yönetimi muhakkak cepte olmalıdır.
Görsel kaynak; http://infosol.com.mx/wordpress/wp-content/uploads/manejo-de-crisis-su-empresa-esta-preparada.jpg
Bu sefer kriz göstere göstere geldi. Bu dakikadan sonra yok ben bilmiyordum, yok benim haberim yoktu gibi bahaneler yersiz kalır. Kriz dönemine ne kadar hazırladık? Şirketimiz ve çalışanlarımızın bu süreçten en az zararı alması için ne gibi önlemler aldık? Ülkemiz için ne gibi önlemler düşündük? Sanırım tüm bu gelişe rağmen hiçbir önlem alınmadı! En azından kriz döneminde dijital pazarlama önem kazanacak diye düşünüyorum.