mağaradan markaya

Mağaradan Markaya

Ne zaman başladık elde ettiklerimizle birbirimize hava atmaya? Modern insanın içinde ilkel atalarından duygular barınmadığını söyleyebilir miyiz? En basit örneği ilk sorduğum sorudur.

Neden aldığım araba, ev, telefon ile başkasına hava atarım ve daha önemlisi hava atmak için mi bunları alırım? Atalarımız hava şartlarından etkilenmeden yaşamak için barınaklar (evler) yarattılar, dedelerimiz attan daha hızlı gidebilmek için motorlu araçları buldular vs. Bunların hepsi bir ihtiyacı gidermek için bulundular ancak günümüzde bu metaların salt ihtiyaç için alındığını söyleyebilir miyiz? Bir silahın süslü olması mı önemlidir yoksa etkisi mi? Sadece etkisi diyorsanız oymalı kakmalı tabancaları ne ile açıklayabiliriz? Atalarımıza geri dönelim. İnsanlığın sadece avcılıkla yaşamaya çalıştığı dönemlerde alfa erkek en büyük avı getiren yani en güçlü erkekti, diğer erkeklerin alfaya öykünmesi çok doğal bir durum. (Kadınlar için ise en doğurgan, en çalışkan ve tabi en güzel kadını düşünebilirsiniz) Bu öykünme günümüzde hala devam etmekte, her insan kendi çevresinin alfası olmaya çalışıyor ancak bu yarış hiç bitmiyor çünkü artık çok sosyal yaratıklarız, sosyal kümeler iç içe girmiş durumda dolayısıyla bir çevrenin alfası olduğunuzda bir üst lige yükselip yeni bir yarışa başlıyorsunuz. Yeni bir araba aldığınızda hemen gözünüzün bir üst segmente kayması ve bir sonraki araç alımınız için hedef koymanız bu sebepledir; “Ben alfayım, en büyük av benim olmalı.” Duyarsınız, insanların sahip oldukları onlara sahip oluyor diye. Doğrudur, çünkü atalarımızın avı yerine koyduğumuz ürünler (dolayısıyla markalar) o hayvanlar gibi değil, bir ürüne sahip olduğunuzda (yani avladığınızda) o marka ölmüyor ve hatta çok daha büyük ve güçlü şekilde yeniden çıkıyor karşınıza. Bu sonu olmayan bir ava dönüşüyor.

Markalar şöyle diyor; “Tamam beni avlayabilirsin, bunu senin için kolaylaştıracağım ancak bir sonrakinde çok daha iyi bir av olarak geri geleceğim. Şimdilik keyfini çıkar ve sonraki ava kadar hazırlıklarını yap. Eğer o gün geldiğinde komşun beni avlarsa artık çevrende alfa olarak anılamazsın.” Zavallı insan, mutlu olması gerekirken bir sonraki av için çalışmaya başlamalı. Tüm bu anlattıklarım kötü şeyler mi? Hayır, insanı insan yapan bir olgudur bu ve tüm insanlar bu sayede para kazanırlar. Markalarımızın ise bu duyguyu daha çok irdelemesi gerekmektedir.

Çok konuştuğumuz ‘arzu nesnesi’ olan ürünler yaratmanın yolu işte buradan geçiyor. Sanılıyor ki biz bir ürünü çok şatafatlı yaparsak o ürün arzu nesnesi olur. Hayır, eğer o şatafat tüketicinin alfalığı yolunda bir katkısı olmuyorsa o ürün arzu nesnesi olamaz. Hatta ve hatta şatafatsız bir ürün de arzu nesnesi olabilir. Starbucks bardağı taşımanın getirdiği havanın nedeni plastik/karton bardak olmasa gerek! Peki bir ürünün değeri, tüketicinin ona yüklediği anlam kadar mıdır? Atalarımıza tekrar danışalım. Büyük bir av, onu getiren kişiye toplumunun hayranlığını kazandırıyordu. Büyük av toplum için yemek hatta ziyafet, sıcak kürk, silah yapmak için kemik demekti. Yani toplum o avın büyüklüğüne değer biçiyordu. Günümüzde bu durum değişmiş değil, bizler toplum tarafından öykünen ürünlere sahip olmaya çalışıyoruz çünkü onların hayranlıklarını kazanmaya çalışıyoruz. Bu tam saha mahalle baskısı, mahallenin icadından bile eski.

Görsel kaynak;
https://1.bp.blogspot.com/-qwOEU8F8MiQ/VU88yLi6qpI/AAAAAAAAB8Q/prLfOEEYLm4/s1600/2-Horses%2Band%2Bibexes%2Band%2Brectangular%2Bfigures%2Brepresenting%2Btraps%2Bor%2Bnets%2B-%2Bfrom%2BLascoux%2Bcave.jpg