Pazarda varlıklarını sürdürmek ve rakiplerinin önüne geçmek isteyen markalar araştırma ve analiz edebilme yetkinliklerini geliştirmek için birçok stratejik hamle geliştirmektedirler. Birbirlerini takip eden pazarlama hamlelerinin giderek sonuçsuz kalmasının arkasında yatan etkenleri doğruluk süzgecinden geçiremeyen organizasyonlar bununla yetinmeyip, özeleştiri yapabilecekleri noktada birçok nedeni gözden kaçırıyorlar. Peki göz ardı ettiğimiz veya gözlemleyemediğimiz nedir? Gözlemlediğimiz ise ne değildir?
Avrupa’da, geçtiğimiz yıllarda pazarlama güçlerini daha ileri taşıyabilmek isteyen ve kendi sektörlerinde önde gelen markalar, bu işin ciddiyetini kavramaya başladıkları gibi ilgili iş kollarına yaptıkları ciddi yatırımlarla da araştırma ve veri oluşturabilme yeteneklerini geliştirmek için durmaksızın faaliyet göstermektedirler. Ülkemizdeki rekabette ise birçok markanın bulundukları pazarda içgörü konusunda zayıf kaldığını söyleyebiliriz. Nedenlerine bakıldığında ise tüketiciden / müşteriden gelen talebi oluşturan faktörlerin irdelenememesini gösterebiliriz. Talebin sürekliliğini oluşturmak için, üreticinin neden-sonuç ilişkisi aramasının şart olduğu günümüzde; veri toplama, analiz edebilme ve içgörü oluşturabilme yetkinliğini kendine kazandırması gereken kuruluşlar, kendi pazarlama döngüleri içinde klişe haline gelmiş etkenleri baz alarak yenilikci anlayıştan uzak bir tutum sergilemektedirler. Bu tutum markaları, bulundukları pazarda tüketiciyi anlamayı zorlaştıran bir sürece sokmaktadır. Gelişen pazarlama stratejilerinin zıvanadan çıktığı şu günlerde tüketiciyi anlamakla yetinebileceğinizi sanıyorsanız, yanıldığınızı da söyleyebilirim. Rekabet içerisinde olunan oluşumların organize ettiği pazarlama ve tanıtım stratejilerinin içerisinde bulunmak, tüketiciyi anlamak ya da talebi oluşturan faktörleri tanımlamak kadar önemlidir. Rakip oluşumun iç problemlerini tüketici gözüyle anlayabilmenin artılarını ise, bulunduğunuz organizasyonda aynı alanları güçlü kılarak gözlemleyebilirsiniz.
İçgörü ve analiz edebilme yetisini kendi organizasyonlarına kazandırmak için çaba gösteren oluşumlar için harcanan zamanın, belli bir sürenin ardından kazanca dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu sabrı kendi pazarlarında göstermekten kaçınan, araştırma planlaması yapamayan, değerlendirmesini objektif kılamayan markaların geliştirdikleri stratejilerin sonucunda hüsrana uğramalarının faturasını kendi içindeki yapılanmaya keserek adeta şizofreni başlangıcı hal ve tavır gösterdiklerini görüyoruz. Planlı ve sistemli olarak toplanan verileri duygusal analiz ederek, raporlama kabiliyetini 50 sayfalık “Ayşe Tatilde” masal kitapçığı olarak görmekte olan organizasyonlar, dünya dinamiklerini göz ardı ederek intihar girişimlerini başlatmaktadırlar. Gözlenebilen olay ve olguların karşısında körebe oynayarak sadece üretelim-satalım anlayışı çevresinde, ödül gecesinde alacağı plaketin yönetim katındaki camekan vitrinde sergilemenin yollarını arayan markalar, geçirilen vakti tüketicinin ve rakibin var olan problemlerine yönelik gözlem, anket, deneme ve ölçüm çalışmalarına yoğunlaşarak kazanca dönüşterebileceklerinin farkına varmış değiller. Ancak tüketici algısında kalite ışıklarının yanması, gecemizi gündüzümüze kattığımız markamız için boş vakitlerimizi yönetim binamızın beşinci katındaki tatlı balkonumuzdan aşağıdaki insanları izlemeye harcadığımızda “üzgünüm ki” başarılı olamıyoruz. Topluluğun sosyo-kültürel yapısı ve değişen dinamiklerini o binanın önündeki sokakta gözlemleyemediğimiz sürece başarısızlığa da alışmamız gerekecek.
Leave a Comment