Yabancılaşma ve yabancılaştırma; ”ıssız yer, kimsenin olmadığı yer” anlamına gelen Farsça kökenli ” yaban” kelimesinden dilimize gelmiştir.
İnsanın temel amacı doğada yaşamını sürdürmek ve doğada varlığını kanıtlamaktır. İnsan, yaşamını sürdürebilmek, varlığını kanıtlayabilmek için doğa ile sürekli etkileşim halindedir. Doğayı kendine uygun hale getirecek şekilde değiştirebilmekte, adeta bir mücadele vermektedir. Etkileşimler ve değişimler sonucunda kültür meydana gelmiştir. Kültür insanların kimliğidir. Dil, davranış kalıpları, kullanılan eşyalar, giyim tarzı, din, sosyal sınıflar, simgeler ülkeler gibi birçok belirleyici etken kültürü temsil eder. Bütün bu etkenler insanlar arasındaki ilişkilerin farklılaşmasına neden olmuştur. Söz konusu farklılaşma ”yabancılaşma” ve ”yabancılaştırma” olgusunu ortaya çıkarmıştır. Bu süreci karşımıza çıkaran, ona anlamlar yükleyen ”ben” ve ”öteki” dir.
“Ben” fark edilip tanınabilmek için kendini belirleyendir. ”Öteki”, bene benzemeyendir. ”Ben” kendini belirlerken kendinde olmayan özelliklerden dolayı ötekini dışarda bırakır. ”Ben” ötekini dışarda bırakırken ona olumsuz anlamlar yükler. Bu durum ötekini önemsiz kılarken, beni yüceltir. Öteki ”ben” olduğu için ortaya çıkmıştır. ” Ben” , ”ben olduğunu” kanıtlayabilmek için ötekine gereksinim duyar. Ben, ancak öteki onu tanırsa ” ben” olur, varlığını korur. Bu durum varoluşçu filozof Hegel’in Köle Efendi Diyalektiğine benzemektedir. Efendi kendini kanıtlayabilmek için bir köleye ihtiyaç duyar ve aynı zamanda bu köle tarafından da tanınması gerekmektedir. Bir başkası için öteki olan, kendisi için bendir ve onun da kendi ötekisi vardır.
Edebiyatımızın önemli yazarlarından Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun, milli mücadele yıllarını ele aldığı ünlü romanı ”Yaban” bu kavramlar üzerinde durmaktadır. Köylülerin gözünde Subay Ahmet Celal yabancıdır. Köylüler onu ötekileştirmiştir. Giyimi, konuşma şekli düşünce yapısı köylülerden tamamen farklıdır. Onlar gibi giyinse, konuşsa bile, onlar gibi hissedemez, onlar gibi düşünemez.
Bilim insanları; yabancılaşma ve yabancılaştırmanın sürekli yeniden üretilen bir süreç olduğunu ve dünyanın ” ben” ve ” öteki” sayesinde bütünlük kazandığını ve böylece yaşamın dünya üzerinde devam eden bir olgu olduğunu belirtir. Bu durumu Umberto Eco ” Beş Ahlak Yazısı” isimli denemesinde şu şekilde ifade eder; ” Nasıl yemek yemeden veya uyumadan yaşayamıyorsak, ötekinin bakışı ve yanıtı olmaksızın kim olduğumuzu anlamamız mümkün değildir. Herkesin ödün vermeksizin bize asla bakmamaya ve yokmuşuz gibi davranmaya karar verdikleri bir cemaatte yaşasak, ya ölür ya da çıldırırdık”.
Görsel kaynak; https://cdn-image.realsimple.com/sites/default/files/styles/rs_horizontal_image_4/public/estrangement.jpg?itok=2Hf9GV1c
Leave a Comment