Günlük yaşamımızın dijitalleşmesi ve sosyal medyada her geçen gün daha fazla kullanıcının yer almaya başlamasıyla birlikte Halkla İlişkiler de bu yeni mecranın içerisindeki yerini hızla aldı. İletişim ve pazarlama alanındaki çalışanlar için bu yeni mecranın kurallarını öğreten eğitimler, kurslar ve zirveler düzenlendi, şirketlerde yeni kadrolar oluşturuldu, Dijital PR ajansları kuruldu, çeşitli danışmanlık firmaları açıldı…
Bundan 20 yıl önceki medya planlamalarında geleneksel mecralar olan televizyon, basılı yayınlar ve radyo yanında kendine henüz yer edinememiş olan internet, artık geleneksel medyaya “alternatif” sözcüğü ile tanımlanamayan, başlı başına kurallara sahip bir mecra / dünya haline geldi. İnternet içerisindeki sosyal paylaşım platformları ise rüştlerini hızla ve fazlasıyla ispat ettiler. 2000’lerin ilk on yılı sonunda boynuz, kulağı çoktan geçmişti.
Bunun nedenini sosyal bilimciler, daha derinlerine de inerek, daha iyi analiz edeceklerdir muhakkak. Ancak iletişim perspektifinden görünen nokta, burada değerlendirilmesi gereken önemli unsurların varlığı, barındırdığı fırsatlar ve elbette her mecrada olan önemli handikaplardır. Bireylerin sosyal medya içinde inanılmaz bir etkileşim içinde olmaları, kendilerini ifade edebilme özgürlükleri (yani katılım hakları), sosyalleşme ortamını barındırması ve geri beslemenin anlık olarak gerçekleşebilmesi internet ve özelinde sosyal medyayı Top 10 listelerinde üst sıralara taşıdı. Toz ve duman bulutları, hızla yepyeni bir dünyaya dönüştü.
Kurumsal çerçevede daha önceleri iletişim planlamalarında “Yer alsak mı acaba?” soruları ile sonraki yıl planlarına ötelenen ve sonunda da “Hadi artık bir kurumsal hesap açalım madem” yaklaşımları, devrim niteliğindeki bu yeni ve güçlü rakibin tahta oturmasıyla adeta allak bullak oldu. Amiyane tabirle dinazorlar, dijitale yenilmişti. Öyleyse artık dijital PR vaktiydi. Güneş artık dijitalden doğuyordu…
Peki bu yeni medyayı, dijital dünyayı neden bu kadar parlattık yazımızda?
Tabii ki çok önemli bir noktaya dikkat çekmek ve altını tekrar çizmek için!
Kurumsal cephede iletişim enstrümanını çok çeşitli nedenlerle kullanırız. Ama en temel ve önemli gayemiz, etkileşimde olduğumuz kitlelerdeki kurumsal itibar ve güvenimizi pekiştirebilmek, güçlendirebilmektir. Gerek kurum gerekse marka adına. Ona katkı sağlayacak doğru dokunuşlarla mesajlarımızı kodlamaktır.
Peki bu yolda kılavuzumuz kim olmalıdır? Karga mı? (Türk Dil Kurumu’nda (TDK) şöyle yazar; “Kılavuzu karga olanın burnu … kalkmaz.” Lütfen tamamı için TDK’yı ziyaret ediniz.)
Sorumuza cevap vermeyi unutmayalım. Tabii ki karga değil! Kılavuzumuz iletişim ekibimiz ve danışmanlarımız olmalıdır. Pazarlama ayrı bir disiplindir, iletişim ise apayrı bir disiplin. Yönetici Özeti der ki; İş bilenin, kılıç kuşananındır. “Dijital Hayatlar” tanımlaması bir kinaye veya dokundurma değil, bugün iletişimde geldiğimiz noktadır. Tıpkı Dan Brown’un “Başlangıç” kitabının sonundaki, biz iletişimcileri ilgilendiren bölüm gibidir, insan ve toplum olarak dijitalleşmemize dair bir atıftır. Sosyal medya yönetimi çok önemlidir ve iletişim uzmanları tarafından süzülüp, yönetilmelidir. Ama iletişim uzmanları için bile handikapları vardır ve bu haliyle büyük markalar için yapıcı olmaktan öte yıkıcı da olabilir. Çok güncel olması ve bir tespit aracı olarak Dolce & Gabbana’nın yaşadığı son kriz*, bu önemli mecranın gücüne en yeni örnektir. Bu kriz ise Yönetici Özeti’nin bir sonraki yazı konusudur.
* https://mediacat.com/dolce-gabbanadan-reklam-ozru/
Leave a Comment