Yolun kenarında bir marka buldum. Eğilip onu yerden aldım ve bağırdım; “Bu marka kimin markası? Sahibi yoksa benimdir!”
İçinde yaşadığımız iş dünyasını, şirketimizi, yaşamımızı, ilişkilerimizi daha iyi yorumlamak, sindirmek, yeni bakış açıları ve yollar keşfetmek, iç sesimizi dinlemek, doğru çözümler üretmek için kaotik ortamımızdan olabildiğince uzaklaşmak her zaman en iyi adımdır. Sıklıkla önerilen ise daha önce hiç gitmediğiniz, tanımadığınız insanların olduğu bir yere gitmek ve doğaya karışmaktır.
Bugün, bedenen olamasa bile ruhen siz de öyle yapın. Yaşadığınız yerden çok uzak bir yerde olduğunuzu ve sık bir orman örtüsünün altında, ağaçların kokusunu hissettiğiniz, denize ya da gölün kenarına yakın bir patikada yürüdüğünüzü hayal edin. Biraz zorlarsanız, kuşların sesini bile duyabilirsiniz. Hatta ara ara elinize bir taş alıp, suda sektirmeyi de ihmal etmeyin!
Şimdi, lütfen zihninizi olabildiğince boşaltın. Doğanın o muhteşem manzarasına bir kez daha bakıp ardından derin bir nefes alın. Kulağınıza şu soruyu fısıldıyorum; “Evet, yerde bulduğum bu marka… Kimin markası?” Ve şimdi gözlerinizi kapatıp cevabını düşünün…
Gemiyi önce kim terk eder?
Gemiyi ilk terkedenlerin çok olduğu bir organizasyon yapısına sağlıklı diyebilir misiniz? Genellikle böyle dağılmalar çoğunlukla krizli ortamlarda, kaosun yoğunlaştığı belirsizlik durumlarında gözlemlenir. Yönetim kademesinin çalışanları ile samimi ve güçlü bir iletişim bağı kurmadığı, amiyane tabirle “al gülüm, ver gülüm”lü zayıf ilişkilerde, çalışanlar arasında bir diyalog ortamının yeşertilmediği, aidiyet duygusunun hissedilmediği ortamlarda gemiyi herkes terk eder.
Filmi geri saralım ve sürece kabaca bir bakalım;
Tıpkı diğer iletişim süreçlerinde olduğu gibi kurum içi iletişimde de nihai amacımız davranış değişikliğini sağlayabilmektir. Yani şirketin iş amaçlarına ulaşmasını sağlamaktır. Buradaki hedef kitlemiz beyaz ve mavi yakalı çalışanlarımızdır. Çalışanlarla kurulan ilişkiler de organizasyonun stratejik hedefleri doğrultusundaki davranış değişikliklerini oluşturmaya veya istenen davranışların devamlılığını sağlamaya yöneliktir.
Grafikte daha kolay bir şekilde analiz edebileceğiniz gibi markayı var edenler, ayakta tutanlar çalışanlar ve o çalışanları koordine eden, organizasyonu yöneten üst düzey yönetimdir. Bu nedenle güçlü ve değerli bir markaya sahip olabilmek için doğru insan kaynakları uygulamaları ile birlikte kurum içi iletişimin en önemli araçlar olduğu unutulmamalıdır.
Çalışanlarımız, velinimetimizdir!
Başta sorduğum sorunun, sizin de artık tahmin edeceğiniz üzere, cevabını verelim:
Bu marka sizin de içinde yer aldığınız BİZ’e aittir. Ne kadar mutlu, güçlü ve motive bir çalışan topluluğu; o kadar güçlü, saygın, dayanıklı MARKA demektir.
Gemiyi ilk terkedenlerin az olduğu, hatta hiç olmadığı bir organizasyon yapısının anahtar kelimesi ise “Sadakat”dir. Birlikte üretip, başarıyı birlikte yakalamanın sırrı da, çalışanlar ile birlikte hareket ederek, BİZ olabilmeyi sağlayabilmektir.
Bu gözlükle iş dünyasına bir kez daha bakmanızı rica ediyorum. Son dönemde artan kurum içi etkinlikler, şenlikler, kutlamalar, artan yan haklar, ödül programları, motivasyon etkinlikleri sizce boşuna mı? Neolitik dönemdeki sert, az konuşan, çalışanlarla iletişime geçmeyen, hatta gözlerinin içine dahi bakmayan, görüldüğü yerde kaçılan patron modeli modern çağda; çalışanlara liderlik yapmaya çalışan, sosyal etkinliklerde yer alan, kahve molalarında ekibi ile sohbet eden, mangal partilerinde üzerine önlüğü giyip kızarttığı köfteleri servis eden yeni bir modele dönüştü. Tüm bunlar, aslında BİZ olabilmenin doğal gereklilikleri. Doğru yönetim, doğru sonuç getirir!
Son olarak; bir tespit daha yapıp, bu sayfayı şimdilik kapatalım. Yine aynı çerçeveden bakmanızı rica ettiğim bir diğer konu, Brand Finance’ın bu ay yayımladığı “Brand Finance Turkey 100 / 2019” raporu. Raporda, Türkiye’nin en değerli ve en güçlü markaları olarak dereceye girenler, sadece finansal değerlemelerden geçmiyor. Raporun ilk sayfalarında, “Marka değerleme raporu nedir?” başlığının altında, hem de ilk sırada “marka ile ilgili şirket içi anlayış” maddesi var.
O zaman ne demekmiş? Marka önce kendi doğduğu habitatta kabul görmeli ve desteklenmeliymiş. Yoksa çok para ödeyip bulduğunuz o slogan, tescilli marka unsurlarınız ve marka kimliği yolda bulanındır, bunu baştan kabul edelim.
Yönetici Özeti der ki;
Ne kadar ekmek, o kadar köfte! İlla rapor isteyenlere; işte rapor, işte araştırma…
Siz markanıza sahip çıkmadığınız, değer vermediğiniz ve onun yaşam ihtiyaçlarına yönelik stratejiler oluşturmadığınız sürece, hiçbir ajanstan ürettiği “en baba creative işlerle” markanızı yaşatmasını beklemeyin.
2018 yılı şirket hasılatlarının hem miktar hem de kur farkı nedeniyle azaldığı bir yıl olmuş ve en değerli 100 markanın toplam değeri bir önceki yıla göre (27,5 milyar dolar) % 28 azalarak 19,8 milyar dolara gerilemiştir.*
Ekonomik olarak zor süreçlerden geçiyoruz, %28 azalış üzücü bir gerileme olarak görünebilir. Moral bozmak yok. İletişim, marka, reklam yatırımlarına devam. Çünkü krizli dönemleri fırsata çevirebilenler, daima orta – uzun vadede en kârlı olanlardır.
* Brand Finance Turkey 100 / Haziran 2019 Raporu – Syf. 8
Leave a Comment