Neden okumadığımız ve ilgilenmediğimiz konulu bir yazıyı uzun tutmak paradoks olurdu. Bu yüzden kısa kısa, ‘Üşengeçliğe Giriş 101’ tadında bir format denemek deneyeceğiz bu sefer, konu riskli.
Toplumun okumama sebepleri ile ilgili yazılıp çizilenlere şöyle bir baktığımda geneli; kitap fiyatların yüksek oluşu, zaman bulamamak, kendine bir şey katacağına inanmamak gibi başlıklardan oluşuyor ve yazarların çoğu bu maddelere cevap vererek ikna çabasına girmiş durumdalar. Zaten bu bir öncelik meselesi. Değer verdiğimiz şeyler için ne imkânsızlıkları aşıp fırsatlar yaratmıyor muyuz?
Ben biraz daha net bir açıklama yapacağım; okumuyoruz zirâ, aptallaşmakla meşgulüz. Bugün ne giymiş, töre dizisinde kim vurulmuş, kimin sesi güzel (sonraki döneme hatırlanmayacak bile), paravanı kaldırıp tâlibini bulmuş mu, hangi arabayı modifiye ediyorlar veya Çin’de pandalar nasıl çiftleşiyor başlıklarıyla aptallaşmakla meşgulüz. Bir cafeden diğerine geçip zaman öldürmekle [modern kahvehane kültürünün farkında olmadan parçası olarak], kültürel ilerleme adına bir adım bile atmamakla, sabahtan akşama onlarca selfie çekip hangisinde daha güzel çıktığımıza karar verememekle, kaç beğeni aldığımızı yarıştırmakla, tarihin ve gündemin farkında olmamakla, takip etmemekle ve haber gördüğümüzde “Amaan geç bunu içim karardı.” diyerek aptallaşmakla meşgulüz.
Test ağırlıklı eğitim sistemi, çocukları hep sınavı/dersi geçmek için ihtiyacı kadarını almaya teşvik etti. Bugün bunun sonucu olarak yaptığı işte inisiyatif alamayan, artı değer ekleyemeyen bir jenerasyon görüyoruz sektörlerde can çekişen.
İlköğretimden itibaren klasikler, kitap okumak..vs. hep görevleştirildi. Ancak konuyu anlamamız isteniyor gibi verilmedi bu görevler. Yani bilginin anahtar, hayatta karşılaştığımız her konunun da kilitli birer kapı olduğu büyük resmini göstermediler bize. Bir kitap bir görev, tamamlandı mı tamamlandı. Bir test bir görev, tamamlandı mı tamamlandı. Şimdi teknolojinin bizi hergün baştan çıkardığı bir dönemde, kitabı beyniniz bir proje olarak şekillendirdiğinde, uzunluk ve süreç can oldukça sıkıyor, dikkat dağılmasından söz etmeye zaten gerek yok. Youtube’da en çok izlenen videoların IQ seviyeleri hiç dikkatinizi çekti mi? Görsel sanatlar ve ürünler artık aklımızı başımızdan o kadar hızlı alıyor ki diğer her şey aptallaştırdığımız nesillere anlamsız geliyor.
Burada önemli olan bilgiye ulaşmak, girdiğiniz bütün yarışlarda bilginin sizi öne geçirdiğini kavrayabilmek. Kitap bir disiplin; ancak mutlaka bu formatta düşünmek büyük hata olur. Dergiler, haber uygulamaları, köşe yazıları, sesli kitaplar, ilgi alanlarınıza yönelik [dolu içeriklerden bahsediyoruz] tweet’ler, linkler.. aklınıza ne gelirse. Bilgi kanalları da elbette yıllar geçtikçe değişiyor, değişecek ve bu kesinlikle engellenemez.
İnsanın zihinsel evrimsel süreci doğrultusunda zaten varlığının sebebi, bilgisini aktarmak ve bu şekilde daha yüksek amaçlara hizmet etmek. Bunu inkâr edercesine, bütün günlük rutinini bir kedinin ekosisteme yaptığı katkıdan daha aza indirgemek, beynin kapasitesine, insanın varlığına ve toplumsal gelişime ihanet etmekten farksız. Somut örneklerini elbette herkeste aynı görmek imkânsız; bilinç ve algı seviyelerimiz hepimizin bambaşka. Sonuçta basitten karmaşığa özetleyebileceğimiz ortak amaçlar; bilgi edinmek ve işini ciddiye almak diyebiliriz.
Martin Luther King’in söylediği gibi:
“Sizden sokakları süpürmeniz istenirse, sokakları Michelangelo’nun fırçayı kullandığı, Beethoven’in beste yaptığı ve Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün. Sokakları öyle süpürün ki gökteki ve yerdeki her şey bir an durup ’Burada dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyor.’ desin.”
Leave a Comment